Kısmi süreli çalışan
kişilerin %72 si kadın.
Emekli olan kadın, ev
içi emeği, torun bakımı, eş bakımı yüklerini hiçbir zaman omuzlarından atamıyor
Patriyarkal kapitalizmin yıllardır değersizleştirip
bedavalaştırdığı, kadının omuzlarına doğal bir yükmüş gibi yüklediği ev içi
emek ve esnek çalışma modeli arasındaki bağlantının ne kadar güçlü olduğu ve
son günlerde pandemiyle ne kadar daha belirginleştiği konusu üzerine bir şeyler
yazıp, paylaşmak istedim.
Esnek çalışma modeli, sermayenin ihtiyaçları değiştikçe,
emek sürecinin ve sömürü şeklinin de değiştiğinin en açık göstergesidir
aslında. Çünkü esnek çalışma, ya da o tatlı isimleriyle “flexible”, “part-time”
çalışma, emek sömürüsünün yeni bir şeklinden başka bir şey değildir.
Biz onu sevelim diye, yani sömürülürken yüzümüzde gülümseme
eksik olmasın diye çok farklı ambalajlarla bize sunulmaya devam edilmektedir.
Esnek çalışma modelinin en lezzetli lokması ise ne yazık ki yine biz kadınların
emeğidir!
Ülkemizde sermaye, 1980’lerden itibaren enformal istihdam
olarak da ifade edebileceğimiz, üretim sürecini esnekleştirme hareketini
yönetmektedir. Ancak esnek çalışmanın hayatımıza bu denli girişi 2000’li
yıllardan sonra çok daha büyük bir ivme kazanmıştır. Hatta 2003 yılında
yürürlüğe konulan yeni iş yasası, esnek üretim sürecinin yasal dayanağı olmuş ve
kadınların kendini kurtaramayacağı bir bataklık haline dönüşmüştür.
Esneklik; çalışma yeri, çalışma zamanı, iş gücü miktarı,
çalışma süresi ve ücret miktarı gibi konularda serbestlik yaratmıştır. Bu durum
emekçinin lehine bir durummuş gibi gösterilse de aslında sermayenin istediği
bir durumdur.
Biz kadınlar iş
saatlerimizi hayatımıza uydurduğumuzu düşünürken, aslında kendi hayatlarımızı,
sermayenin takvimine uydurduk.
Biz kadınlar, esnek çalışma saatleri sayesinde iyi bir anne,
iyi bir eş, iyi bir aşçı, iyi bir temizlikçi, iyi bir evlat belki iyi bir gelin
olabilecek, üstelik bütün bu özelliklerimize para kazanabiliyor olmayı da
ekleyerek annelerimizin yıllarca kulağımıza küpe ettiği “ekonomik bağımsızlığın
olsun, aman kocanızın eline bakmayın” tembihlerini de yerine getirmiş, vicdanı
rahat bireyler olabilecektik.
Aynı duruma patriyarkal kapitalizm cephesinden bakarsak,
kadınlar hem sermayeye karlı olanaklar sunacak, erkeklere göre daha ucuz olan
emeklerini birtakım sosyal güvencelerinden de muaf kalarak, daha da ucuz hale
getirecek ve ataerkil ilişkileri muhafaza ederek erkekler için dönen bu
dünyanın döngüsünü de koruyabileceklerdi. İste bu nedenlerden, TUİK verilerine
göre, kısmi süreli çalışan kişilerin %72 sinin kadın olduğunu görmekteyiz.
Kadınların vermiş olduğu emeği değersizleştirme ve ücretsiz
olarak sundukları ev, çocuk, yaşlı ve hasta bakımına devam edebilme süreci,
içinde bulunduğumuz pandemi döneminde daha da can yakar hale geldi.
Buradan itibaren yazdıklarımın hiçbirini, öyle
istatistiklere ve araştırmalara dayandırmadan, sadece kendimden ve çevremdeki
diğer kadınlara dair gözlemlerimden sonuçla yazdığımı belirterek devam edeyim.
Pandemiyle birlikte biz öğretmenler de esnek çalışma
mutluluğuna nail olduk. Ders saatlerimiz 20.30 ‘a kadar sürebilen tümüyle
düzensiz, tamamıyla erkek dünyasına göre tasarlanmış halde, bize sunuldu.
Yönetim kurulunda olduğum sendikamla birlikte, bu dayatılan esnek çalışma saatleriyle ilgili
bütüncül bir mücadele vermeye çalıştıysak da, başka sendikalarca esnek çalışmanın,
ek ders karşılığında kabul edilir olarak yorumlanması, mesleki anlamda hepimiz
için büyük bir kaybedişe sebep oldu.
Üstelik bu kaybediş, “ek ders kazanımı” adı altında bu
meslektaşlarımız tarafından ne yazık ki sendikal bir zafer olarak görülüp, kutlandı.
Sermaye – işçi ilişkisinin belki en korunaklı tarafında,
devlet güvencesi(!) altında çalışan bir öğretmen ve bir bekar anne olarak pandemi
sürecinde yaşadığım olumsuzlukları şöyle bir özetlemek isterim.
Okulların kapanmasıyla oğlumu ve kendimi 24 saat aynı evin içinde
oradan oraya koştururken buldum.
Oğlumun disleksi tanısıyla ağırlaşan ilk öğretim sürecine
şimdi de ekranın başından devam etmek durumundaydık ki bize destek olabilecek
ne ulaşılabilir bir özel eğitim kurumu, ne de ulaşılabilir ücretlerde bir ders
desteği imkanı vardı.
Dikkat eksikliği, disleksi veya herhangi başka olumsuz
koşulu olan annelere sorun bakalım, bu dönem onlar için nasıl geçti ve
geçmekte?
Bu durumumuzun yanı sıra, gelirimiz düşmüş ve harcamalarımız
eskiye oranla çok fazla artmıştı. Yemek, temizlik, doğalgaz, elektrik, internet
ve teknolojik donanım giderleri bizi acımasızca köşeye sıkıştırmış üstüne bir
de can havliyle covid+ olmamak için verdiğimiz mücadelenin giderleri de
eklenmişti.
Sağlık hizmetlerinin metalaşması, eczanelere maaşlarımızın
yarısını bırakıp çıkmamızla kendini iyice gösterir olmuştu.
Bütün bu maddi olumsuzlukların üstüne, çevirmek gereken ağır
bir ev yükü süreci de üstümde kalmıştı. Yemek yapmanın, temizlik yapmanın,
kendi derslerime girmenin ve oğlumun bilgisayarın diğer tarafından asla
dikkatini toplayamadığı o derslerini tekrarını yapmanın, zamansal karşılığı 24
saate sığmaz olmuştu.
Bütün bu olumsuzlukların beni boğazladığı bir cenderede tam
bir yıldır mücadele vermekteyim, kıymetli okuyucular.
Hayatımın belki de en zor dönemi olan bu dönemde kadınlık
konusunu çok daha etraflıca düşünüyorum diyebilirim.
Benim yaşadığım bu süreç, birçok evli anne, yalnız kadın
için de çok benzer yoruculukta geçmekte tabi ki. Aslında kadın olmak ortak
paydasında pandeminin bütün zorlukları en çok bize fatura edildi.
Uzaktan eğitim sisteminin yürümediği yerde kadın “öğretmen”
olarak devreye girdi, pandeminin sıkıştırdığı ekonomik koşullarda kadın yemek
üreten ve emek üreten ev işçisi olarak devreye girdi, sağlık güvencelerinin el
vermediği yerde ise kadın “hasta ve yaşlı bakıcı” olarak devreye girmişti.
Yani bu geminin bütün su alan yerlerini emeğini ve bedenini
kullanarak, yine kadın kapatmaya çalışıyordu.
Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, sosyal devlet anlamında
iyi çalışmayan devlet mekanizmaları her zaman kadın emeği sömürüsüne zemin
hazırlıyor. Evli kadınlar çocuklarının, eşlerinin ve evlerinin bakımıyla
sömürülürken, yalnız kadınlar ailelerinin bakımı veya hasta olan kişilerin
bakımıyla aynı sömürüyü farklı şekillerde yaşayabiliyor.
Covid + olduğunda
çocuklarını bırakıp hastaneye yatamayan annelerin istatistiğini ne TÜİK tutabiliyor
ne de kimse merak edip, gündeme taşıyor. Dört duvarın içinde çocuklarına hem
ders desteği, hem de çocuğunun mutluluğu için oyun desteği sunmaya çalışan
kadın, sizce bir yıldır ne kadar uyuyor ve ne kadar rahat uyanıyor?
Zaten ülkemizde kadınlar tam mesai ile çalışıp emekliliği
hak etse bile hiçbir zaman erkekler kadar emekli olamıyor. Emekli olan kadın,
ev içi emeği, torun bakımı, eş bakımı yüklerini hiçbir zaman omuzlarından
atamıyor çünkü…
Türkiye’de kadın olmak zor. Pandemide kadın olmak daha da
zor. Pandemi şartlarında Türkiye’de kadın olmak ise vay arkadaş vay…
Biz kadınlar hep yukarı bakıp mutlu olacak şeyler bulmak
konusunda uzman olsak da, sermayeye karşı farkındalığı ve mücadelesi olan kadınlar
olmaktan vazgeçmemeliyiz. Yıllardır sürdürdüğümüz mücadelemize saygıyla,
hepinizi kucaklarım… Dirençle kalın…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder